11 Haziran 2012 Pazartesi

doğum

Hayat ne kadar tuhaf..
tuhaf değil de belki, başka bişi.. bulamadım şimdi doğru kelimeyi..

yani aslında her gün başka bir duyguya, yeni bir hayata gebeyiz belki..

bazılarını daha doğuramadan söküyoruz ciğerimizden yada çıkarıyor hayat içimizden istemeye istemeye, travmatik bir kürtaj zaruriyetiyle belki,
ya da tereddüdümüze kurban veriyoruz kimini
ya da cahilliğimize..
bazısını şenliklerle karşılıyor, yatak döşek ne varsa havalandırıyoruz gelmeden..
evimizin en güzel, en mis köşesini ayırıyoruz onlara..
zaruri ya da keyfi sezaryenlerle çıkarıyoruz bazısını belki yüreğimizden;
bazısını avaz avaz, bagır cagır, alaca terler içinde doğuruyoruz kendimizden, canımızdan vererek..




hepsi bizim ama.. hepsi, en az diğeri kadar bizim..
hepsi, yüreğimizden, duygumuzdan, kanımızdan, canımızdan birer parça, birer iz, birer anı..

her gecen gun yeni duygular, yeni umutlar doğuruyoruz da; basımızda kırmızı kurdelemiz, bembeyaz mis geceliklerimizle, ortalarda salına salına gezinip de şöyle bir güzel öncekilerin lohusalığını yasayamadan cami avlusuna bırakıyoruz bir kısmını yeniden doğurduklarımızın..

ve sana bana sahip çıkacaklar mı diye bir hayırsever yolu gözlüyoruz cami avlusuna uzaktan uzağa bakarak..


işte,
insanlar; adamlar, kadınlar kısacık zamanlarda böyle uzaklaşıyor birbirinden, ne kadar yabancılaşıyor birbirine şıp diye..
böyle şıp sevdi sevdalar da değilken halbuki bunlar, kuş kadar zamanlarda başkalarının adamları, başkalarının kadınları oluveriyor o aynı adamlar ve kadınlar..
yada belki de kısacık görünse de bu son noktada gelinen yabancılasma hali; hayat, sen, ilişkin, seni cook daha uzun süredir hazırlıyor da yasayacaklarına, sen o son hamleyi yapamıyorsun belki..
ve işte simdi o son nokta dediğin yerde koparıyorsun iplerini, yada o ipler kopmasa da kayıveriyor elinden ustalıkla..
ve o arada herkese ve sana bile kısacık görünen o kuş zamanlar kalıyor yasını tutman için geriye..

yani,
upuzun yıllarını geçirdiğin, aynı yatağı, aynı tabağı bırak; aynı evi, aynı hayatı paylaştığın adam, 3 gun sonra o eve yeniden uğradığında sende kalan bir eşyası için, ne o adam artık senin erkeğim dediğin adam, ne de sen onun kadınısın artık..
hangi duygu yada duygusuzluk, hangi yorgunluk, dinginlik, hangi aşksızlık bu hale getirir birbirini sevdiğini düşünen iki insanı..

nasıl olur da, bir zamanlar “benden once gidersen n'aparım” dediğin adam, bu kadar yabancı olur bi sure sonra..
terin, nefesin onca kez karışmışken birbirine, nasıl olur da evinde onun nefesi fazla gelir sana..
o söylenmiş, konuşulmuş, yaşanmış her şey, tüm “seni seviyorum” lar nasıl uçuşur da o anda havada; ne inecek, ne konacak bir yer bulamaz kelimelerin bile..

tuhaf..

artık bir cami avlusu yada polis karakolunun bahçesine bırakmışsındır sevdanı
ve butun yara berenle ona sahip çıkacak birilerini beklersin sessiz sedasız..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder